Her sabah başlayan mesainin
ardından o kadar çok kişi ile iletişimde bulunuyoruz ki. Kapıdaki güvenlik
görevlisinden şirketin tepesindeki genel müdüre kadar. Kimi zaman bir günaydınla
kimi zaman ayaküstü yapılan sohbetlerle ya da telefon görüşmeleri ile. Gün
içerisinde her zaman mutlu huzurlu çalışmıyoruz, ister istemez yaptığımız işle
ilgili ilişkide bulunduğumuz kişilerle tartışıp stresli, problemli zamanlarda
geçiriyoruz. Bunun sonucunda hem bireysel anlamda kendimize hem de organizasyonel
anlamda şirketimize birçok olumsuzluk yansıyor. Yaptığımız işe odaklanamıyoruz ya
da saldırgan bir tutum takınıp çevremizdekilerle beklenmedik tartışmalara giriyoruz.
Aslında gün içerisinde yaşadığımız tüm bu stresli olayların bizim üzerimizde
nasıl bir etki bırakacağına da büyük ölçüde biz karar veriyoruz.
Günlük hayatımızda toplantıya sürekli geç gelen bir arkadaşımızı
ya da ekip çalışmasında üstüne düşen görevleri yapmayan arkadaşımızı uyarmaktan
tutunda görevimiz olmayan bir işin bize kalmasına kadar canımızı sıkan birçok
problemle karşı karşıya kalırız.
Tabii
bunların yanında yapılan mobbing, çalışma arkadaşlarınızın sizi müdürünüze
şikayet etmesi v.b. konularda sürekli iş arkadaşlarımızla tartışmalar yaşarız.
Kimi zaman bu tartışmalar uzun küslüklere kimi zaman kısa süreli dargınlıklara
neden olur.
Hâlbuki
iş yerinde çalışanlar aynı amaç doğrultusunda farklı görevleri yerine getiren
bir topluluğu oluşturmakta. Kiminin görevi satış yapmak, kiminin görevi çay
yapmak. Her kurumda çalışanlar görevlerini yerine getirmek ve başarılı olmak
için elinden geleni yapar. Başarıya ulaşmaya çalışırken de zaman zaman
çatışmalar olur. Emin olun işlerimizle ilgili bu yaşanan çatışmaların hiç biri
özel nedenlerimizden dolayı olmaz. Dolayısıyla kabul etmemiz gereken şudur ki; işyerinde
yaşadığımız anlaşmazlıklar ve tartışma nedenimiz kesinlikle iş ile ilgilidir. Ama
yaşananları şahsımıza algıladığımızda yani kişiselleştirdiğimizde yaşanan
problemler bambaşka bir renge bürünüyor. Yaşanan problemi kişisel algıladığımızda;
her yaşanan olayın ortasında kendimizi buluruz. Kişiselleştirme genellikle
alıngan, kırılgan kişilerde daha belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü bu
insanlara amirleri işiyle ilgili bir talimat verirken sesini biraz yükseltse
ses tonundan rahatsız olup alınır; küser ve kırılırlar. Ortaya söylenmiş bir
sözü ya da herkesi ilgilendiren bir kararı dahi kendine karşı alınmış sayıp, özele
indirgeyip hemen savunma mekanizmasını devreye alırlar.
Örneğin müdürünüzün bölüm toplantısında yapılan hataları
biraz sinirli şekilde anlattığını, anlatırken de zaman zaman size baktığını
varsayalım. Kişiselleştirmede siz bu olayı şahsınıza algılayıp müdür diğerlerine
bu şekilde bakmıyor bana tamamen gıcık şeklinde düşünürsünüz. Oysa kabul
etmeniz gereken müdür bölümde sizde dahil 8 kişiye bu konuşmayı yapıyor, sadece
size konuşmuyor.
Başka bir
örnekte sabah yanınızdan geçen arkadaşınız Yasemin Hanım’ın size günaydın
demeden geçtiğini kabul edelim. Hemen kişiselleştirip bu Yasemin’in benimle
ilgili bir sorunu var. Bende ona selam vermem olur biter diye düşünebilirsiniz.
Ama o anda Yasemin geç yatmış ve uykusunu alamamış ya da sizi fark etmemiş de olabilir.
Bu örneklerde olduğu gibi iş hayatında dengeli iletişim için
yaşanılan problemlerde olayı kişiselleştirip şahsımıza algılamamalı, o andaki dar
penceremizin dışına çıkarak olaylara geniş bir pencereden bakmayı öğrenmemiz
gerekiyor. Duygusal davranışlardan uzak durup akılcı davranmaya yönelmeliyiz. Eğer başkalarının davranışını kişiselleştirmekten
kaçınırsak, onları daha objektif değerlendirebiliriz. Bakış açımızı da ne kadar
geniş tutarsak, yanlış anlaşılmaları o kadar aza indirebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder